22 Kasım 2016 Salı

Çıkmaz Sokak

Yürüyordu öylece. Nereye gideceğini düşünmemişti. Canı sadece yürümek istiyordu. Hava da çok soğuktu aslında. Her gün sürekli olarak yaptığı sıcak mekanlarda oturup soğuk muhabbetlerden sıkılmıştı. Bir farklılık arayışıyla bu kez yürümek istedi. Bir rota belirlemedi kendisine. Yanına kimi alıp almayacağını da düşünmemişti. Bir caddeden çıkıp önüne ilk gelen ara sokağa girmişti. Bu gece en çok istediği şey, önüne kimsenin çıkmamasıydı. Az önce sıcak mekanda otururken kazağının kollarını sıvamıştı. Kalkıp yürümeye başladığında montunu giymiş olmasına rağmen hala kazağının kollarının sıvanmış halde kaldığını fark etti. Bunu önemsemeden devam etti. Nasıl olsa bunu kimse göremez ve herhangi saçma bir alay konusunun malzemesi olamazdı. Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı ve yolun ortasında aniden durarak sigaranın ilk nefesini çekti. Ciğerlerine değil de sanki iliklerine kadar çekmişti bu dumanı.

Bir şeyler düşünmesi gerektiğini hissetti. Ama nereden başlayacağını bilmiyordu. Aslında kafasının içinde onlarca konu vardı. Derken bir taş gördü. İnce ve uzundu taş. Bir mezar taşını andırıyordu. Aklına ilk gelen soru, acaba bu sokak eskiden bir mezarlık mıydı. Bunca telaşın içerisinde yürüdüğü bu sokağın eski bir mezarlık olup olmadığını düşünmüştü. Bir ürperti hissetti ve yoluna devam etti. Bu yürüyüşünde dünyada olup biten her şeye kaygısızca davranmak istiyordu, az önce hissettiği ürpertiden sonra. Tüylerinin diken diken olması bir anda ona üşüdüğünü hissettirmişti. Geri dönüp baktığında sokakta bir hayli yürüdüğünün farkına vardı. İleri baktığında ise sokağın sonunu göremedi karanlıktan. Sokak lambası yoktu bu sokakta. Bilmeden bir yola girmişti yine. Hem de bu sefer yolunu aydınlatacak bir lamba bile yoktu diye düşündü. Bilmeden girdiği yolların hiçbirinden bir fayda sağlayamamıştı bugüne dek. Ama bu kez nedensizce bir fayda sağlayacağından emin olarak yoluna devam etti.

Düşünmeye devam ediyordu. Bu kez de aklına düşünmenin ne olduğunu düşünmek geldi. "İnsan neyi düşünürdü, düşünceler insanı nereye sürüklerdi, düşünmenin insana ne faydası vardı, insan düşündüklerini nasıl gündelik hayatına uygulayabilirdi ..." gibi sorular aklına geldi. Kendisini dünyanın en iyi düşünürü hissetti kısa bir süreliğine. Hatta düşündükleriyle dünyanın bütün sorunlarına çözüm bulabileceğine inandı. Halbuki daha kendi sorunlarına yabancıydı ve bu sorunları nasıl çözebileceğini öğrenememişti. Kendisi ile olan tanışıklığının, başkaları ile olan tanışıklığından daha az olduğuna kanaat getirdi. Acaba başkalarının da, şu an hissettiği durum gibi kendileri ile olan tanışıklığı, onun kendisiyle olmayan tanışıklığı gibi miydi? Yoksa onun dışında herkes bu hayatta en çok kendisi ile mi tanışıktı?

Önünden bir kedi hızlıca sokağın karşısına geçti. Bu soğukta kedinin ne kadar üşüyeceği aklına geldi. Aklı kediye takılmıştı bu sefer de. Yiyecek vereni var mıydı, yatıp uyuduğu yer çok soğuk muydu acaba diye aklından geçirdi. Kedinin bu haline üzüldü kendince. Ama kediden yola çıkarak sokaklarda yaşayan diğer hayvanlar ve evsiz insanlar aklına gelmemişti. Sanki aklı iğdiş edilmiş de ona sadece görebildiği şeyleri düşünebileceği, göremediği şeyleri ise aklına getirmemesi emri verilmişti o an. Ve bunu hayatının birçok bölümünü göz önüne getirip bir muhasebe yaptığında, aslında birçok defa uyguladığını hatırlamıştı. Kendisinin düşünme konusunda iğdiş edilmişliğini bütün herkeste görebileceğine emindi aslında. Ama kimsenin de aklının içine girerek böyle bir şeyin var olabileceğinin kanıtına ulaşamazdı. Bir yandan yürümeye devam ediyordu tabii. Sokağın sonuna hala gelememişti. Daha hiç kimseyi görmemişti. Kimseyi görmemiş olduğuna şükretti. Çünkü o an yanında birileri olsa bu kadar çok şey düşünmeye imkanı olamazdı. Kimsenin karşısına çıkmaması için dua etti.

Yürürken, bir binanın ilk katının camında emlak ilanı görmüştü. Emlak ilanını gördükten sonra emlak kelimesinin anlamının ne olduğunu düşündü. Ardından bu kelimeden yeni kelime türeterek istimlak kelimesi ve nihayetinde müstemleke kelimesini düşündü. Aklına ilk olarak toprakları müstemleke edilen ülkeler gelmişti. Yani ülkelerin  müstemleke haline dönüştüğü sonucuna vardı. Daha sonra da bu kelimeye farklı bir anlam yükleyerek insanların birbirini müstemleke haline getirişini aklına getirdi. Bazı insanlar diğer insanları müstemleke haline dönüştürüyordu ve bazı insanlar da akıllarının ve vicdanlarının başka insanlar tarafından müstemleke haline getirilişine izin veriyorlar, bu işgale kayıtsız kalıyorlardı. İnsanların neden birbirlerini müstemleke haline getiriyorlardı? İnsanların müstemleke haline dönüşmesine neredeyse ağlayacak kadar üzüldü. Bu durumu düzeltememek adına kimsenin bir şey yapmayışına karşı isyan ederek haykırmak istedi. Ve sonra da bu dönüşüme kendisinin de düşüp düşmediği sorusu aklına geldi. Ama sormaya korkuyordu. Çünkü kendisinin de müstemleke edilmiş olup olmadığını cesaret edip kendisine soramaması, düşmüş olduğu acizliğin göstergesiydi. Acaba az önce eleştirdiği insanlar da kendisi gibi bu hesaplaşmadan korktukları için mi uğradıkları işgale tamah ediyorlardı... Emlak kelimesinden yola çıktığı serüven onu bu noktalara ulaştırmıştı. Bu serüveni bir an evvel bitirmek istedi.

Sokakta tek başına yürümeye devam ederken bir anda karşıdan gelen birini gördü. Bu gece en çok istediği şey, önüne kimsenin çıkmamasıydı. Ama birden karşısına biri çıkmıştı. Yolun hafiften kenarından yürüyordu ikisi de. Karşıdan gelen adamı uzaktan öylece süzdü. Bir de gördü ki kendisi nasıl yürüyorsa karşıdan gelen de öyle yürüyordu. İkisinin de elleri ceplerindeydi. Hatta kendi kıyafetleriyle karşısındaki adamın kıyafetleri de neredeyse aynıydı. Karanlık olduğu için adamın yüzünü göremiyordu. Ama yürüyüşünden pek tekin birine benzemediğinin farkına vardı. Niyeti bu geceyi sorunsuzca bitirmekti ama bu karşıdan gelen adamdan dolayı tekrar bir ürperti sardı vücudunu. Adım attıkça karşıdaki de adım atıyor ve birbirlerine yaklaşıyorlardı. Heyecandan bu soğukta terlemeye başlamıştı. Bir an önce geçişip bu sorundan kurtulmaya bakıyordu. Mesafe gitgide yaklaştı. Ama adamın yüzü karanlıktan görünmüyordu bir türlü. Kaldı ki korkudan adamın yüzüne tam olarak bakamıyordu bile. Ve sonunda iyice yaklaştılar birbirlerine. Telaş içindeydi ama karşısındaki adamda telaştan hiçbir iz yoktu. Sonunda ikisi kafa kafaya çarpıştı ve cam kırığı sesleri içinde bir gürültü koptu. Kafasını kaldırıp baktığında adamı ortalıkta göremedi. Adam karanlıkta kaybolup gitmişti. Şaşkınlık içinde etrafa bakınıyordu ama bir türlü adamı göremiyordu. Sonra bu şekilde etrafa bakınırken yandaki binadan başka bir adam çıkageldi. Ona nasıl olduğunu sordu. Heyecandan sesi titriyordu. Konuşmak istedi ama sesini bir türlü duyuramadı. Binadan inen adam üzüntü ve mahcubiyet içinde konuşmaya başladı. Eve taşımak üzere eşya aldığını ve aynayı taşımayı en sona bıraktığını, sokaktan kimsenin bu saatte geçmeyeceğini hesap ettiğini anlattı. Aynayı bu saatte dışarıda bırakıp böyle bir kazaya sebebiyet verdiği için özür diledi. O ise hala şaşkındı. Az önceki karşıdan gelen adamı düşünüyordu hala. İzin istedi ve yürümeye devam etti. Biraz yürüdükten sonra az önce aynada gördüğü kişinin kendisi olduğunun farkına vardı. Kıyafetinden ve yürüyüşünden kendisinin olduğunu anlamalıydı aslında ama anlayamamıştı işte. Kendisini tanıyamayışına hayret etti. Kendisine bu kadar uzak oluşuna anlam veremedi. Düşünceler içinde savrulurken kendisini unuttuğunu fark etti. İnsanın kendisinden başka her şeyi düşündüğünde ne durumlara düşebileceğini bu şekilde anladı. Bu korkuyu da atlatarak tekrar yola koyuldu.

Tuhaf bir şekilde sokağın sonunu bir türlü göremiyordu. Yürümekle sokağın sonunu getiremiyordu. Bakıyor bakıyor ama bir türlü sokağın sonuna dair bir şeye rastlamıyordu. Karanlık olmasının etkisi tabii ki vardı ama bu kadar uzun bir sokağın olma ihtimalini saçma buldu. Sokakta uzun süredir yürümesine rağmen sanki geçtiği yerler hep aynı yerlerdi ve bir türlü bitmek bilmiyorlardı. Sanki ileriye adım atıp geride bıraktığı mesafeler bir şekilde sokağın sonuna ekleniyordu. Sanki bu gecenin sonunu bir türlü getiremeyecek de sabaha kadar ve hatta yaşamının sonuna kadar bu sokaktan çıkamayacaktı. Oysa amacı tek başına öylesine yürümekti. Ama bu sokaktan bir türlü çıkamıyordu. Çıkmaz bir sokağa mı girmişti diye sordu kendine. Ama çıkmaz sokakların da bir sonu olmuyor muydu? Ve insan bir çıkmaz sokağın sonuna denk gelip o sokaktan çıkmıyor muydu? Sanki bu çıkmaz sokak sonu olmayan bir çıkmaz sokaktı. Sona yaklaştıkça başa dönüyordu. Sisifos'u hatırladı. O da buna benzer bir cezaya çarptırılmıştı. Ceza demişken, kendisi de bir cezaya mı çarptırılmıştı ki? Bunu düşündü. Suçunun ne olduğunu hatırlamaya çalıştı. Bir türlü aklına getiremiyordu ne suç işlediğini. Ama cezası belliydi bu gece. Farkına varmadan ve sebepsizce girmiş olduğu, sonunu bir türlü göremediği bu çıkmaz sokakta bir sona yürümek. Bu yolda bütün hayatını düşünmek cezasının en ağır yüklerinden biriydi. Hele ki kendini unutuşuna söyleyecek sözü yoktu. Yolun sonu karanlık mı yoksa aydınlık mı, buna çabası cevap verecekti. Ve böylece yürümeye devam etti...

4 yorum:

  1. Genel hatlarıyla güzel bir hikaye olmuş.Fakat bazı cümlelerin kuruluşu ve paragraf içindeki yeri, biraz çelişkili biraz da anlamsız yargılara yol açıyor.Bunlara biraz daha dikkat edersen daha güzel hikayeler kaleme alabilirsin diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ettim kardeşim, inşallah daha çok dikkat edeceğim :)

      Sil
  2. Üstadın Kaldırımlar'ı geldi birden aklıma. Evet üsteki yoruma katılıyorum. Bazı yerlerde gereksiz tasvirler ve anlam kaymaları oluşmuş.

    YanıtlaSil
  3. reis çok güzel yazı olmuş kalemine sağlık

    YanıtlaSil